Uzun zamandır
sosyal paylaşım sitelerinde, ünlü ressam Frida Kahlo'nun Diego'ya yazdığı
"senden ne zaman vazgeçtim" adlı mektubu dolaşıyor... Okuyup okuyup
geçiyorum... Benim için bu mektup bile bir tutkunun, bir vazgeçememe hikâyesinin
dışa vurumu çünkü... Aynı şekilde "Hayatta başıma iki korkunç kaza geldi,
biri otobüs kazası diğeri Diego !" derken de; acının, yaşamının en zor ama
en vazgeçilmez duygusu olduğunun altını çiziyordu belki de Frida...
Resimlerine ilk
kez bakan insanların bile, sayfalarca yazılarak ifade edilebilecek duyguların,
bir fırçayla nasıl hayat bulduğuna dair şaşkınlıklarını gördüğümde, gerçeğin
insan hayatındaki kesin gücüne şahit olurum hep. Frida'nın resimlerinde gerçek
acı vardır, rengârenk ama hep hüzünlü... Siyahla tanımlanabilecek her duygunun
yerini renklerle değiştirmiş, acıyla başa çıkmanın bir başka yolunu
keşfetmiştir sanatında... Hüzünlüdür ama asla acısı bulaşmaz... En ağır
sancılarını seyrettiğimiz resimlerinde bile sert ama kırılgandır. Hayatındaki
derin acıları, duygu sömürüsü yapmadan resmedebilmiştir... Güçlüdür ve
yalnızdır...
Küçük yaşlardan
itibaren takıntılı olduğu Diego ile evlenip, hayatını, onun kendisine yaşattığı
acılarla donatmış; bu onun hem hayatının hem de sanatının ilginç bir şekilde
enerjisi ve itekleyicisi haline gelmiştir. Kendisini, ablasıyla bile aldatan
kocasını affedebilmesi ve tüm sadakatsizliğini sineye çekmek bir yana adeta
bağrına basması, onun bu ilişkideki tutkusunun diğer her duygunun üzerine
çıktığının kanıtı sayılabilir. Bu yüzdendir ki aşk'ın hastalıklı halini
sevenler için yaşadığı fırtınalı ilişkinin tutkusu her zaman ilgi çekmeye devam
etmiştir.
Ressam, feminist,
devrimci, cesur, hırslı, âşık, sıradışı bu kadının ve özel dünyasının daha çok
sanatsever tarafından keşfedilmesi bir başka asi sanatçının, Madonna'nın
sayesindedir. Madonna, Frida koleksiyonu yaptığını basına açıkladıktan ve her
fırsatta Frida hayranlığından bahsettikten sonra, eserlerinin merak edeni
çoğalmış ve nihayetinde popüler kültür, sanat adına hayırlı bir işe de vesile
olmuştur... Hayatta ve sanatta hiçbir değerin üzeri sonsuza dek örtülemez, bu
nedenle zamanı geldiğinde Frida efsanesi de engellenemez şekilde kendi yerini
bulmuştur...
...
Neden mi
bahsettim Frida'dan? Bir önceki yazımda "ne duyarsanız hayatınız
değişir" diye sormuştum ya, benim için cevaplardan biridir ilk kez ve
yakından Frida tablolarını görebileceğim haberi... Geçen sene, sadece Diego
Riviera sergisinin ülkemize geleceği söylentisi bile heyecan yaratmışken, hem Diego
hem de Frida'nın orijinal tablolarını görme şansı yeni yıla girerken en güzel
hediyelerden biri olacak bana. Natasha&Jacques Gelman koleksiyonunda yer
alan eserleriyle İstanbul'a geliyor Frida... Tuvale dokunuş anlarını hayal
edebileceğimiz, fırçasındaki boyanın kokusunu duyabileceğimiz kadar yakınımıza
hem de...
Otoportre
deyince, resim sanatına adını altın harflerle yazdırmış Frida'nın yaşam öyküsü
ve acılarını işlediği tabloları kaç kişinin dünyaya bakışına ve eserlerine
ilham oldu diye düşünüyorum bazen... Alçı adlı kitabımın her dokunduğumda bana
en çok kimi hatırlattığını, aşkın hayattaki yerini... İnsanın ne için değil, ne
uğruna yaşadığını da düşünüyorum bazen onun tablolarına baktığımda...
Aşk ve acı
birleşirse bir sanatçıyı nereye taşır sorusunun en kesin cevabıdır Frida...
Acıyı, çekici ve imrenilir kılan tek sanatçıdır da bence...
Ve tarihin,
gönülden bağlandığımız insanları nasıl yazdığından çok, onların bizim
tarihimizi nasıl yazdıklarını önemsiyorum galiba...
Sergi 22 Aralık-
20 Mart tarihleri arasında Pera Müzesi'nde...
Tutku ayağımıza
kadar gelmişken, kapısında buluşalım mı?
arşiv / Ocak 2011
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder