Emre
Kalcı: Senaryoları saymazsak Ümit Ünal yönetiminde yer aldığınız üçüncü
film. Bir oyuncu olarak sizce Nar’ın, Ses’ten ve Dokuz’dan
farkı nedir?
Serra
Yılmaz: Aslında Dokuz, Ara ve Nar bir çeşit üçleme. Üç film de, tek
mekânda geçiyor. Nar'da olayın çoğunlukla cereyan ettiği yer bir evin salonu,
olaylar iki saat süreyle tek mekanda anlatılıyor. O anlamda Dokuz ile
benzerliği var ama farklı bir konu tabii.
Emre
Kalcı: Fragmanları izledim, Sultan Mutfakta adında bir projeniz vardı.Onunla bir
ilgisi var mı Nar'ın?
Serra
Yılmaz: Sultan Mutfakta ile bir alakası yok. O, değerli bir
projemiz olarak duruyor. Prodüksiyon sorununu halledebilsek hâlâ çekmek
istediğimiz bir yapım.
Emre
Kalcı: İngiltere'de çekilecekti değil mi?
Serra
Yılmaz: Bazı sahnelerinin İngiltere'de çekilmesi düşünülüyordu, orada üç
günlük bir çekim istiyor ancak onları üstlenebilecek bir prodüktör yok, olsa
zaten şimdiye kadar çekilmişti.
Emre
Kalcı: Nar 23 Aralık’ta vizyona girdi. Sizce bu filmin teması nedir?
Serra
Yılmaz: Adalet arayışı... Benim canlandırdığım
Asuman karakteri hayatında vuku bulmuş bir adaletsizliğin olduğuna inanıyor ve
bu adaletsizliği bir biçimde telafi etmek için bir girişimde bulunuyor.
Herhangi bir intikam ya da kin gütmek gibi bir duygusu yok. Kötü bir kadın değil,
aksine gariban bir kadın ve çok çekmiş hayatta, onun için inancını da yitirmiş.
Benim çok sempatik bulduğum bir karakter, severek oynadım. Ayrıca ülkemizin
gündeminde adalet arayışının ve vuku bulmayan adaletin, cezasız kalan suçun
gerçekten çok önemli bir gündem maddesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü hukukun
bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konusunda daha çok fırın ekmek yemesi gerekir
bu ülkenin. Her gün tersine işleyen bir adaletin örneklerini görüyoruz.
Dolayısıyla bence çok önemli bir temaya dokunuyor. Suçun cezasız kaldığı
duygusu toplumu giderek linç toplumu olmaya itiyor. "Nasıl olsa mahkeme
bunu cezalandırmayacak, biz görelim bunun hesabını" duygusunu tetikliyor,
ki bu çok tehlikeli.
Emre
Kalcı: Çoğunluğun favorisi iken Nar’a verilen ve çok tartışılan ödül
hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Serra
Yılmaz: Her jüri, kendi kültürü, kendi anlayışı ve onun boyutları
ölçüsünde ödül verebilir. Bu jürinin de bu kadarmış. Evet, Ümit'in bir
haksızlık duygusu taşımasını çok iyi anlıyorum ama çok fazla da üstünde
durmamak lâzım. Bir film iyiyse bugün anlaşılmasa bile muhakkak zaman
içerisinde anlaşılacaktır. Anayurt Oteli de gösterime çıktığında seyircisi kaç
kişiydi ki, ama bugün Türk sinema tarihinin en iyi on tane filminin içinde
sayılıyor.
Emre
Kalcı: Yıllar önce Teyzem filminde de Ümit Ünal ile çalışmıştınız. Ümit
Ünal ismi size ne ifade ediyor?
Serra
Yılmaz: Ümit Ünal ismi benim için öncelikle "çok iyi bir
senaryocu"yu ifade ediyor. Ülkemizdeki çekilen filmlerde senaryo zafiyeti
var. Çok iyi bir senaryo, çok iyi bir filmin ilk adımı.
Bu yüzden Ümit Ünal benim için çok iyi bir senarist ve kendini her geçen gün
geliştiren bir yönetmen. Anlat İstanbul, Ses, Gölgesizler gibi filmlerini de
çok başarılı buluyorum. Hele ki Gölgesizler filmi... Bir kitabı sinemaya
uyarlamak çok zor bir iştir ve Ümit Ünal bunu başarıyla gerçekleştirdi.
Emre
Kalcı: İtalya ve Fransa gibi ülkelerde de
oyunculuk yaptınız. Gişe filmleri dışında kalan filmler için Türk seyircisi ile
oralardaki seyircileri kıyaslayabilir misiniz?
Serra
Yılmaz: Fransa'da gerçek bir sinema seyircisi var. Mesela Nuri Bilge
Ceylan'ın filmlerinin Fransa'da çok sevilmesi bir tesadüf değil.
İstanbul'da kaçırdığım Bir Zamanlar Anadolu'da filmini Paris'te seyretmek
istedim ve gittiğimde salon doluydu. Sinemada film izleme alışkanlığı Fransa'da
çok yüksek ama İtalya'da daha düşük. Paris'teki talep çok farklı
Roma'dakinden...
Emre
Kalcı: Bu farkları gözlemlemiş birisi olarak, sizce Türk sineması nasıl bir dönüşüm
içerisine girerse uluslararası alanda başarı sağlayabilir?
Serra
Yılmaz: Uluslararası bir başarı diye ölçüt koymamak gerek
bence. Neden dersen de, zaten uluslararası platformlarda işler başka türlü
işliyor. Bu tür bir istek içerisine girildiği an prodüktörler devreye giriyor
ve onların ağırlıkları ortaya çıkıyor. Buna da lobi diyorlar. Mesela Oscar
tamamen böyle işliyor. Nuri Bilge Ceylan için de Oscar lobisine başlıyorlar.
Ama bazı yerler de var ki; mesela ben bu sene Venedik Film Festivali'nde ilk
eser jürisindeydim, o büyük prodüksiyon şirketlerinin itiş kakışları arasında
başka iyi filmlere de rastlamak mümkün. Zaman zaman görüyoruz ki, bazı filmleri
de müsama göstererek değerlendirmeye alıyorlar...
Emre
Kalcı: İtalya’da Son Harem’i oynadınız. Sizin varlığınızın oyunu güçlü
kıldığı yazıldı. Peki, hiç Türkiye’de oynanması düşünülmedi mi?
Serra
Yılmaz: Düşünülmedi. Birkaç kez Adana'da oynandı.
İstanbul'da ve Ankara'da da birer kez oynandı.
Harem bence yabancı seyirci için daha cazip bir oyun. Bilmedikleri bir kültürü
anlattığı için daha büyülü bir havası var onlara. Her ne kadar ikinci yarısı
Nazlı Eray'ın öykülerinden oluşuyor olsa da... Floransa'da özel bir sevgi var
bu oyuna, üç dört defa seyreden bile var. Sekizinci yılımızı da bu sene
oynayacağız.
Emre
Kalcı: Kariyeriniz boyunca hangi film dönüm noktanız
oldu? Ayrıca hangi rolünüz için ‘’benim rolüm’’ diyebilirsiniz?
Serra
Yılmaz: Tabii ki de benim için dönüm noktası
olan film Anayurt Oteli. Çünkü gerçek anlamda bu film ile tanındım. Benim rolüm
diyebileceğim ise bütün rollerimdir. Hepsini severek ve isteyerek oynadım.
Zaten kariyerimde sevmediğim, beğenmediğim bir rolü de hiç
canlandırmadım.
Emre
Kalcı: Bir filmde yer almanız için sizi heveslendiren
nedir?
Serra
Yılmaz: İlk heveslendiren şey senaryo ve yönetmen...
Emre
Kalcı: Küçük yaşlardan beri oyunculuk yaptınız.
Oyunculuk tutkusu olan biri neden psikoloji okumaya yönelir?
Serra
Yılmaz: Psikoloji okumam tamamen bir rastlantı.
Ben üniversite puanım yüksek olsun diye
fen bölümünde okuyordum. Fen'de okurken de birden psikoloji dersi başladı.
İnsan 16-17 yaşlarında Freud, Young gibi isimlerle karşılaşınca cazip geliyor.
Daha sonra da Fransız hükümetinden kazandığım burs psikiyatri için yeterli
olmayınca psikolojiye yöneldim. İlerleyen zamanlarla da bunu bir meslek olarak
yapamayacağımı anladım ama bırakamadım, bırakırsam eğer bursum kesilecekti ve
ben de okuyormuş gibi yaptım.
Emre
Kalcı: Yemek programınız ve son reklam filminizle birlikte
yeteneklerinizden birisi daha gün yüzüne çıkmış oldu. Yemek yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Serra
Yılmaz: Yemek yapmak benim için arkadaşlarımla
bir şeyler paylaşmak. Cömert bir jest... ve ben sadece sevdiklerim için yemek
yaparım.
Emre
Kalcı: Aktivist kimliğiniz, ülkemizin sanat ortamında önemli
bir boşluğu dolduruyor. Entelektüel kesmin suskun tavrı hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Serra
Yılmaz: Bizim ülkemizde büyük bir suskunluk ve sinmişlik
var. İnsanlar pısırıklaştırılmaya doğru itiliyor. Bunu da asla
küçümseyerek söylemiyorum. Baksanıza çocuk puşi taktı diye hapse attılar. Öteki
saçını kesti diye cezalandırdılar. Onun için insanların içinde bulundukları
durumlar anlaşılır ve hak verilir şeyler. Çünkü insanoğlu hayatını keyifli bir
biçimde sürdürmek ister. Bugün bana da söylesen, hadi gel yürüyüşe katılalım
polis engel koyacakmış, tutuklayacakmış desen, gelmem. Bizim öyle güçlü
mücadele geleneğimiz yok. Bakın 1 Mayıs 1977'yi düşünün mesela. Sabah saat 8
gibi Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerinde beklemeye başladık Dostlar Tiyatrosu
olarak ve akşamüstü yürüyebildik Taksim'e. Dolayısıyla o protesto ruhunun yavaş
yavaş yeşermeye başladığı o dönemde seksen darbesi oldu ve darbe hayatımızı alt
üst etti. Onun için mutlaka hesabının sorulması gerektiğini de düşünüyorum.
Çünkü bu ülkede yapılanlar hep kâr kalıyor. Bu düzenin mutlaka değişmesi lâzım.
Neticede görüyoruz ki büyük demokrasi vaatleriyle göz boyayanların o vaatleri
yerine getirmek gibi bir dertleri yok.
Emre
Kalcı: Bu ortamdan dolayı sanat dünyasının bir misyonu olmamalı
mı?
Serra
Yılmaz: Bir misyonunun olması gerektiğini düşünüyorum.
Fakat bunun, bir geleneğinin olmamasından kaynaklanan bir atalet olduğunu da
düşünüyorum.
Emre
Kalcı: Peki, Aşk?
Serra
Yılmaz: Aşkın yeri çok önemli. Bence aşkın önemi, aşkın yeri ve aşkın enerjisi
çok şeyi belirliyor. Ve aşk, her şeyin önüne geçmeli...
Geçen
gün birisi bana twitter'dan soruyor: ''ilk bakışta aşka inanır
mısınız?'' Dedim ki: ‘’Aşkın her türüne inanırım ben.’’ Öyle bir kuralı yok
ki aşkın. :)
Emre
Kalcı: Dopdolu bir hayat yaşıyorsunuz.
Bu renkli hayatınızda pişmanlığa yer var mı?
Serra
Yılmaz: Müziği daha iyi bilmemek ve bir enstrüman çalamamak.
BU
MU, ŞU MU?
İtalya
mı, Fransa mı?
-İkisi
de
Aşk mı,
hayat mı?
-
Biri diğeri olmadan olmaz , her ikisi de
Şarap
mı, kahve mi?
-Kahve
Komedi
mi, dram mı?
-İkisi
de
Para
mı, kariyer mi?
-Kariyer.
Pembe
mi, mavi mi?
–Mavi.
Okumak
mı, dinlemek mi?
-Okumak.
Alkış mı,
ödül mü?
-Alkış.
Mozart
mı, Beethoven mı?
-İkisi
de
Plan
mı sürpriz mi?
-Sürpriz.
Portakallı
biberli köfte mi, kuzu kol sarma mı?
-Kuzu
kol sarma
Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder