22 Ekim 2013 Salı

Emre Kalcı - Serra Yılmaz / "Nar" Gösterime Girerken...






Emre Kalcı: Senaryoları saymazsak Ümit Ünal yönetiminde yer aldığınız üçüncü film. Bir oyuncu olarak sizce Nar’ın, Ses’ten ve Dokuz’dan farkı nedir?

Serra Yılmaz: Aslında Dokuz, Ara ve Nar bir çeşit üçleme. Üç film de, tek mekânda geçiyor. Nar'da olayın çoğunlukla cereyan ettiği yer bir evin salonu, olaylar iki saat süreyle tek mekanda anlatılıyor. O anlamda Dokuz ile benzerliği var ama farklı bir konu tabii.

Emre Kalcı: Fragmanları izledim, Sultan Mutfakta adında bir projeniz vardı.Onunla bir ilgisi var mı Nar'ın?

Serra Yılmaz: Sultan Mutfakta ile bir alakası yok. O, değerli bir projemiz olarak duruyor. Prodüksiyon sorununu halledebilsek hâlâ çekmek istediğimiz bir yapım.

Emre Kalcı: İngiltere'de çekilecekti değil mi?

Serra Yılmaz: Bazı sahnelerinin İngiltere'de çekilmesi düşünülüyordu, orada üç günlük bir çekim istiyor ancak onları üstlenebilecek bir prodüktör yok, olsa zaten şimdiye kadar çekilmişti.

Emre Kalcı: Nar 23 Aralık’ta vizyona girdi. Sizce bu filmin teması nedir?

Serra Yılmaz: Adalet arayışı... Benim canlandırdığım Asuman karakteri hayatında vuku bulmuş bir adaletsizliğin olduğuna inanıyor ve bu adaletsizliği bir biçimde telafi etmek için bir girişimde bulunuyor. Herhangi bir intikam ya da kin gütmek gibi bir duygusu yok. Kötü bir kadın değil, aksine gariban bir kadın ve çok çekmiş hayatta, onun için inancını da yitirmiş. Benim çok sempatik bulduğum bir karakter, severek oynadım. Ayrıca ülkemizin gündeminde adalet arayışının ve vuku bulmayan adaletin, cezasız kalan suçun gerçekten çok önemli bir gündem maddesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü hukukun bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konusunda daha çok fırın ekmek yemesi gerekir bu ülkenin. Her gün tersine işleyen bir adaletin örneklerini görüyoruz. Dolayısıyla bence çok önemli bir temaya dokunuyor. Suçun cezasız kaldığı duygusu toplumu giderek linç toplumu olmaya itiyor. "Nasıl olsa mahkeme bunu cezalandırmayacak, biz görelim bunun hesabını" duygusunu tetikliyor, ki bu çok tehlikeli. 

Emre Kalcı: Çoğunluğun favorisi iken Nar’a verilen ve çok tartışılan ödül hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Serra Yılmaz: Her jüri, kendi kültürü, kendi anlayışı ve onun boyutları ölçüsünde ödül verebilir. Bu jürinin de bu kadarmış. Evet, Ümit'in bir haksızlık duygusu taşımasını çok iyi anlıyorum ama çok fazla da üstünde durmamak lâzım. Bir film iyiyse bugün anlaşılmasa bile muhakkak zaman içerisinde anlaşılacaktır. Anayurt Oteli de gösterime çıktığında seyircisi kaç kişiydi ki, ama bugün Türk sinema tarihinin en iyi on tane filminin içinde sayılıyor. 

Emre Kalcı: llar önce Teyzem filminde de Ümit Ünal ile çalışmıştınız. Ümit Ünal ismi size ne ifade ediyor?

Serra Yılmaz: Ümit Ünal ismi benim için öncelikle "çok iyi bir senaryocu"yu ifade ediyor. Ülkemizdeki çekilen filmlerde senaryo zafiyeti var. Çok iyi bir senaryo, çok iyi bir filmin ilk adımı. Bu yüzden Ümit Ünal benim için çok iyi bir senarist ve kendini her geçen gün geliştiren bir yönetmen. Anlat İstanbul, Ses, Gölgesizler gibi filmlerini de çok başarılı buluyorum. Hele ki Gölgesizler filmi... Bir kitabı sinemaya uyarlamak çok zor bir iştir ve Ümit Ünal bunu başarıyla gerçekleştirdi.


Emre Kalcı: İtalya ve Fransa gibi ülkelerde de oyunculuk yaptınız. Gişe filmleri dışında kalan filmler için Türk seyircisi ile oralardaki seyircileri kıyaslayabilir misiniz?

Serra Yılmaz: Fransa'da gerçek bir sinema seyircisi var. Mesela Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinin Fransa'da çok sevilmesi bir tesadüf değil. İstanbul'da kaçırdığım Bir Zamanlar Anadolu'da filmini Paris'te seyretmek istedim ve gittiğimde salon doluydu. Sinemada film izleme alışkanlığı Fransa'da çok yüksek ama İtalya'da daha düşük. Paris'teki talep çok farklı Roma'dakinden... 

Emre Kalcı: Bu farkları gözlemlemiş birisi olarak, sizce Türk sineması nasıl bir dönüşüm içerisine girerse uluslararası alanda başarı sağlayabilir?

Serra Yılmaz: Uluslararası bir başarı diye ölçüt koymamak gerek bence. Neden dersen de, zaten uluslararası platformlarda işler başka türlü işliyor. Bu tür bir istek içerisine girildiği an prodüktörler devreye giriyor ve onların ağırlıkları ortaya çıkıyor. Buna da lobi diyorlar. Mesela Oscar tamamen böyle işliyor. Nuri Bilge Ceylan için de Oscar lobisine başlıyorlar. Ama bazı yerler de var ki; mesela ben bu sene Venedik Film Festivali'nde ilk eser jürisindeydim, o büyük prodüksiyon şirketlerinin itiş kakışları arasında başka iyi filmlere de rastlamak mümkün. Zaman zaman görüyoruz ki, bazı filmleri de müsama göstererek değerlendirmeye alıyorlar...

Emre Kalcı: İtalya’da Son Harem’i oynadınız. Sizin varlığınızın oyunu güçlü kıldığı yazıldı. Peki, hiç Türkiye’de oynanması düşünülmedi mi?

Serra Yılmaz:şünülmedi. Birkaç kez Adana'da oynandı. İstanbul'da ve Ankara'da da birer kez oynandı. Harem bence yabancı seyirci için daha cazip bir oyun. Bilmedikleri bir kültürü anlattığı için daha büyülü bir havası var onlara. Her ne kadar ikinci yarısı Nazlı Eray'ın öykülerinden oluşuyor olsa da... Floransa'da özel bir sevgi var bu oyuna, üç dört defa seyreden bile var. Sekizinci yılımızı da bu sene oynayacağız. 

Emre Kalcı: Kariyeriniz boyunca hangi film dönüm noktanız oldu? Ayrıca hangi rolünüz için ‘’benim rolüm’’ diyebilirsiniz?

Serra Yılmaz: Tabii ki de benim için dönüm noktası olan film Anayurt Oteli. Çünkü gerçek anlamda bu film ile tanındım. Benim rolüm diyebileceğim ise bütün rollerimdir. Hepsini severek ve isteyerek oynadım. Zaten kariyerimde sevmediğim, beğenmediğim bir rolü de hiç canlandırmadım. 

Emre Kalcı: Bir filmde yer almanız için sizi heveslendiren nedir?

Serra Yılmaz: İlk heveslendiren şey senaryo ve yönetmen...

Emre Kalcı: Küçük yaşlardan beri oyunculuk yaptınız. Oyunculuk tutkusu olan biri neden psikoloji okumaya yönelir?

Serra Yılmaz: Psikoloji okumam tamamen bir rastlantı. Ben  üniversite puanım yüksek olsun diye fen bölümünde okuyordum. Fen'de okurken de birden psikoloji dersi başladı. İnsan 16-17 yaşlarında Freud, Young gibi isimlerle karşılaşınca cazip geliyor. Daha sonra da Fransız hükümetinden kazandığım burs psikiyatri için yeterli olmayınca psikolojiye yöneldim. İlerleyen zamanlarla da bunu bir meslek olarak yapamayacağımı anladım ama bırakamadım, bırakırsam eğer bursum kesilecekti ve ben de okuyormuş gibi yaptım.

Emre Kalcı: Yemek programınız ve son reklam filminizle birlikte yeteneklerinizden birisi daha gün yüzüne çıkmış oldu.  Yemek yapmak sizin için ne ifade ediyor?

Serra Yılmaz: Yemek yapmak benim için arkadaşlarımla bir şeyler paylaşmak. Cömert bir jest... ve ben sadece sevdiklerim için yemek yaparım.

Emre Kalcı: Aktivist kimliğiniz, ülkemizin sanat ortamında önemli bir boşluğu dolduruyor. Entelektüel kesmin suskun tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Serra Yılmaz: Bizim ülkemizde büyük bir suskunluk ve sinmişlik var. İnsanlar pısırıklaştırılmaya doğru itiliyor. Bunu da asla küçümseyerek söylemiyorum. Baksanıza çocuk puşi taktı diye hapse attılar. Öteki saçını kesti diye cezalandırdılar. Onun için insanların içinde bulundukları durumlar anlaşılır ve hak verilir şeyler. Çünkü insanoğlu hayatını keyifli bir biçimde sürdürmek ister. Bugün bana da söylesen, hadi gel yürüyüşe katılalım polis engel koyacakmış, tutuklayacakmış desen, gelmem. Bizim öyle güçlü mücadele geleneğimiz yok. Bakın 1 Mayıs 1977'yi düşünün mesela. Sabah saat 8 gibi Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerinde beklemeye başladık Dostlar Tiyatrosu olarak ve akşamüstü yürüyebildik Taksim'e. Dolayısıyla o protesto ruhunun yavaş yavaş yeşermeye başladığı o dönemde seksen darbesi oldu ve darbe hayatımızı alt üst etti. Onun için mutlaka hesabının sorulması gerektiğini de düşünüyorum. Çünkü bu ülkede yapılanlar hep kâr kalıyor. Bu düzenin mutlaka değişmesi lâzım. Neticede görüyoruz ki büyük demokrasi vaatleriyle göz boyayanların o vaatleri yerine getirmek gibi bir dertleri yok.

Emre Kalcı: Bu ortamdan dolayı sanat dünyasının bir misyonu olmamalı mı?

Serra Yılmaz: Bir misyonunun olması gerektiğini düşünüyorum. Fakat bunun, bir geleneğinin olmamasından kaynaklanan bir atalet olduğunu da düşünüyorum. 

Emre Kalcı: Peki, Aşk?

Serra Yılmaz: Aşkın yeri çok önemli. Bence aşkın önemi, aşkın yeri ve aşkın enerjisi çok şeyi belirliyor. Ve aşk, her şeyin önüne geçmeli...
Geçen gün birisi bana twitter'dan soruyor: ''ilk bakışta aşka inanır mısınız?'' Dedim ki: ‘’Aşkın her türüne inanırım ben.’’ Öyle bir kuralı yok ki aşkın. :)

Emre Kalcı: Dopdolu bir hayat yaşıyorsunuz. Bu renkli hayatınızda pişmanlığa yer var mı?

Serra Yılmaz: Müziği daha iyi bilmemek ve bir enstrüman çalamamak.



BU MU, ŞU MU?

İtalya mı, Fransa mı?
-İkisi de

Aşk mı, hayat mı?  
- Biri diğeri olmadan olmaz , her ikisi de

Şarap mı, kahve mi?
-Kahve

Komedi mi, dram mı?
-İkisi de

Para mı, kariyer mi?
-Kariyer.

Pembe mi, mavi mi?
–Mavi.

Okumak mı, dinlemek mi?
-Okumak.

Alkış mı, ödül mü?
-Alkış.

Mozart mı, Beethoven mı?
-İkisi de

Plan mı sürpriz mi?
-Sürpriz.

Portakallı biberli köfte mi, kuzu kol sarma mı?
-Kuzu kol sarma




 Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder