'BENDEN UZAĞA ATTIĞIN
BU ADIMI İŞARETLE,
BİR GÜN YENİDEN SEVİLMEK İSTEDİĞİNDE, YENİDEN BAŞLAMAK İÇİN
DÖNECEĞİN YER BURASI'
“Yazı o kadar güçlü ki, en silinebilir olan kaleme
bile kurşun demişler...Sana yazdıklarımı silerken dikkatli ol, yaşarken ve
yazarken beni ıskaladılar ama silerken seni öldürebilirler.”
Beş kitabı bulunan
yazar Emre Kalcı'yı tanımak isteyenler için
özel bir Pazar söyleşisi...
Sizi yeni bir yazarla, Emre Kalcı'yla
tanıştırmak istiyorum. Ama bu röportajın sunumunu klasik bir dille yapmayacağım.
Şimdi istesem buraya alt alta bir sürü şey sıralayabilirdim. Emre için,
hepimizin her gün binlerce basın bülteninden okuduğu gibi bir sürü havalı
cümleyi bir araya getirebilirdim. Ama böyle yapmayacağım. Çünkü o; bu şekilde
tanışmayı istemiyor sizle. Böyle bir yol tercih etse, çoktan kendisine bir basın
danışmanı tutar, ne gerekiyorsa yapar, öyle ya da böyle (ama kesinlikle daha kısa
sürede) bugün çok "tanınır" bir konumda olabilirdi. O kendini
pazarlamak değil, yalnızca kelimelerini paylaşmak istiyor. Ben de onunla
gerçekten tanışmak istiyorsanız tanışın istiyorum. O yüzden önce onun kitaplarından
bazı bölümler alıntılayarak başlıyorum. İsterseniz önce onları bir okuyun. Eğer
bu cümleler, kalbinizde, ruhunuzda bir yerlere dokunursa, size bir şeyler hatırlatırsa,
derdinden, halinden anlarsanız ve onunla gerçekten tanışmak isterseniz, işte o
zaman röportaj bölümüne geçebilirsiniz. Ama bu kelimeler gönlünüzde herhangi
bir yaprak kıpırdatmazsa, o zaman bu pencereyi kapatır, geçer gidersiniz.
Böylece hiç zaman da kaybetmemiş olursunuz...
Emre Kalcı'nın
Kitaplarından....
“Aşk aynı yazıldığı gibi; sesli
başlıyor, sessiz bitiyor..”. (Alçı, 9)
“Birilerini tanıdım; aşk yok
deyip sevgilisini satan, hayat yok deyip aşkını satan, satacak bir şey kalmadı
deyip ruhunu satan...Üzerine naylon geçirip eskimemeye çalışan ama dokunduğu
herkesin derisini kaldırıp bakan..İçi taşlaşan, hayatın en sığ yerleriyle
devamlı paslaşan...Hayat belki de sadece onlara değmeden geçebilmek ve belki de
o yüzden kimsenin hayatı yok...” (Alçı, 25)
“Her gece yatmadan önce, yatağıma
bende kalan saç tellerini yerleştiriyorum... Son uyanışından, son gidişinden,
ilk özlenişinden kalan... Sabah uyandığımda ilk onları görmek hayatta bırakıyor
beni, ilk onları görmek hayattan soğutuyor...” (alçı, 30)
“Yaptığım en doğru şey, en büyük
yanlışımdı benim; yanlış insanları hep doğru aşkla sevdim...” (Alçı, 91)
“Sessizliği bir silah gibi
kullanabilen herkes sevgilisinin alnına dayıyor tüm noktalama işaretlerini...Soru
işaretinde zaman kazanıyor aşıklar, virgülde umutları devam ediyor, ünlemde
korkuyor, noktada yeni bir başlangıç düşlüyorlar hatta...Her sevgili en çok alnında
üç noktayla ölüyor...” (Kir, 17)
“Yazı o kadar güçlü ki, en
silinebilir olan kaleme bile kurşun demişler...Sana yazdıklarımı silerken
dikkatli ol, yaşarken ve yazarken beni ıskaladılar ama silerken seni
öldürebilirler.” (Kir, 38)
“Benden uzağa attığın bu ilk adımı
işaretle; bir gün yeniden sevilmek istediğinde, yeniden başlamak için döneceğin
yer burası...” (Yarım, 9)
"Hayatta güçlü kalmak için
her şey olabilen insanlar var... Bir veda için terk eden, bir suç için can
atan, bir aşk için çark eden, bir hiç için kalp kıran...Ve hep birkaç aptal var
aramızda, o insanlara aşık olan...” (Yarım, 45)
“Artık dudaklarımız birbirine değecekse,
sana yolladığım eski bir mektubun zarfını yalayıp tekrar kapatacaksın, başka şansın
kalmadı...” (Yarım, 61)
“Bizim oralarda biri öldüğünde,
öldü demezler, "sakladık" derler...Ben de öyle yaptım, seni kalbime
sakladım...” (Yarım, 80)
DEVAM ETMEK İSTEYENLER
İÇİN: EMRE KALCI'YLA TANIŞMA
İlk ne zaman
kendini bir kağıtla kalemin orta yerinde buldun Emre?
Tek gücümün parmaklarımın
ucunda olduğunu hissettiğim gündü. Hayatımda bir daha başka bir şeye geri
dönmeyeceğim kadar da kesin bir akşamdı...
Yazmak, hep bir mecburiyetten doğar bence. Başka şansı
yoktur yazanın. Ona başka iyi gelen bir şey bulamaz. Sende de böyle mi başladı
yazmak?
Haklısın başka şansım yoktu. Başka türlü, hayata daha
büyük bir ses çıkaramayacağıma inandım. Kalbim bütün sesleri bastırıp kendi
ihtilalimi ancak en çok yaralandığım yerden yapabileceğimi söyledi. Sadece
kalbinin sesini dinleyen biri olarak başka şansım gerçekten yoktu...
Ben seni tanıdığımda henüz ilk kitabın "Her Aşk Biraz Kendinin
Katilidir" yayınlanmıştı. İlk kitabın başka bir hatırası olmalı, ilk aşk,
ilk öpüşme gibi. Senin için nasıl bir dönemdi o?
Uzun yıllar önceydi, yazdıklarımı paylaşmam gerekli
mi, değil mi sorusuna cevap olacaktı o kitap ve heyecanlıydım. İlk kitabımın çıkışı
ertesinde önce bir sessizlik oldu. Bir zaman sonra kitapla bağ kuran ve
"gerçekliğinden" etkilenen okuyucuların sesleriyle, mektuplarıyla
birden değişiverdi o sessizlik...Birilerine ilk dokunduğum, kelimeler aracılığıyla
edebi ilişkiler ve dostluklar kurduğum bir dönemdi. Ama ilk aşk ve ilk öpüşme
dersen, o ikinci kitabım "Alçı"dır benim için...
Yazmaya başlamak, bir yandan da gizli bir esaret sözleşmesi
imzalamak demek sonsuza dek. Kağıttan, kalemden bir daha yakayı paçayı kurtarmak
çok zor gibi geliyor bana. Senin için de böyle mi bu?
Dilerim bu tutsaklık hiç bitmez, hayatta özgür kalmak
istemeyeceğim tek şey yazmanın esareti... Daha büyük bir güç ve daha cesur bir
tavır tanımıyorum çünkü...
Keşke ben hep güzel aşklar yaşasaydım, hayatta bu
kadar incinmeseydim, yaralanmasaydım da bütün bu kitaplar çıkmamış olsaydı,
evimde, bahçemde çay demleyip denizin ve aşkın tadını çıkarsaydım dediğin
zamanlar oluyor mu? Sonsuz mutlu olmaya "yazı"yı değişir misin
başka bir deyişle?
Yazıyı sadece sonsuz mutlu olmaya değil, sonsuzluğa
bile değişmem. Ne yaşadığım, ne de yazdığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım.
Yazdıklarım aşkın bende kalan izleri, bana ait, benim sakladığım gerçekler...
Zaten hep güzel aşklar yaşadım, güzel olmasalar ayrılıklar da bu kadar yaralayıcı
olmazdı sanırım. Uğruna şiirler, kitaplar yazdığım biri bugün hayatına hiç
yaralanmamış gibi devam ediyor olabilir. Sadece yazılanları değil, hiç yazılmamışları
da unutmuş olabilir hatta... Ama ben en çok kendine yalan söyleyen insanlardan
korkuyorum... Kendi masalına küsenlerden, iyileşmiş gibi yapanlardan...
Masallarımdaki kahramanlarla bir daha bir yerlerde hiç karşılaşmadım. Dünya
küçük bir yer belki ama aşkın hafızası da adaletli diyorum...
Kitaplarına, kelimelerine ve bizzat yakinen sende tanık
olduklarıma baktığımda, bu çocuğun böyle bir dünyada işi çok zor diye düşünüyorum. Her şeyin bu
kadar hızlı tüketildiği, kimsenin hiçbir şey için geri dönüp bakmadığı,
kalplerinin aşk tutmadığı, kirlendiği bir dünyaya bu kadar nezaketli, zarif ve
ince yaklaşmak, daha çok yormuyor mu seni? Zorlanıyor musun devam ederken?
Aşka dokunan birinin ellerinin maharetli olması
gerektiğine inanıyorum ben... Kalbinin kırılgan, teninin çekingen, inceliğinin
doğurgan olması gerektiğine de... Başka türlü kurulan ilişkileri ve yakınlıkları
inandırıcı bulmuyorum. Zorlayıcı ve yorucu olduğu doğru, belki de kimileri sırf
bu yüzden kolay tarafıyla ilgileniyor aşkın... Ama aşkın kimseyi fedakarlık
yapmadan mutlu etme sözü yok... Ben kendime hep aşkı yakıştırdım, aşka doğru
insanları yakıştıramamış olabilirim en fazla...
SON KİTABI
"YARIM"LA İLGİLİ:
Son kitabın "Yarım" bütün "yarım"
kalmış aşklara hüzünlü bir saygı duruşu gibi. Aşk yarım kalınca, çok daha derin
izler bırakıyor değil mi?
Bir aşk yarım kalınca en çok "yaşanmamış olasılıklar"
incitiyor insanı. Denenmemişler, vakit bulunamamışlar, akla gelmemişler,
söylenmeyip dudakta kalmışlar... Unutmak böyle durumlarda daha zor. Çözülmemiş
bir problemin çözülmediği için hep kafa kurcalaması gibi. Mutlaka ara sıra aklınıza
gelip kendini size hatırlatacak bir hatıra oluyor aşk yarım kalırsa. Bir şarkıyla,
bir cümleyle ortaya çıkmaya ve aynı soruları yeniden sordurmaya hep hazır...
"Yarım"
kalan bir aşkın tamiri var mı?
Yarım kalan bir aşkın tamiri yok, hep bir zalimi
var...
Senin "yarım"
kalmış hikâyelerin var mı aşkta?
İki yarım kalmış hikâyem var ve ikisi bir bütün bile
etmiyor düşündüğümde... Bazı anılarla karşı karşıya geldiğinde, ne boğmak ne
kucaklamak, ikisi için de boynuna sarılamazsın ya, işte öyle...
Bir aşk neden yarım kalır sence? Senin yaşadıkların
neden yarım kalmıştı?
Bir aşkı tamamlamaya gücü olmayıp, bir ayrılığı taşımaya
gücü olan herkesin ortak yalanıdır sırtını dönüp gitmek. Benimkisi de kimseden
farklı değil, kalbini emanet ettiğin birinin iki kalple daha mutlu olduğunu
hissedip sonra kendi kalbiyle bile mutlu olamadığını anlaması arasında geçen
zaman "yarım kalmış aşk"...
Senin aşk tarihinde "aşk"ı beceremeyen, bir
hikâyeyi
sürdüremeyen hep karşı taraf mı oldu?
Aşkı "beceren" hep karşı taraf oldu, ben de
bir hikâyeyi bu kadar değersiz sürdüremeyen taraf...
Peki ya "aşk"ı öğrenmek, güzel âşık olmak, hep güzel bir
sevgili olmak diye bir şey var mı? Yoksa "aşk" hiç belli olmaz mı?
Yani bir ilişkide dünyanın en iyi sevgilisiyken, bir sonrakinde en kötüsü
olabilir mi insan?
Hep güzel bir sevgili olmak mümkün olmayabilir ama
"güzel bir âşık" olmanın pek değişebilir olduğunu düşünmüyorum. Güzel
âşık olursanız, yaşadığınız aşk da güzelleşir kendiliğinden. Karşı tarafın aşkla
hayatını ne kadar doldurabildiğiyle, adanmışlığıyla ilgili bir şey bu bence.
Bazısı aşkla güzelleşir, bazısı aşkla doyar, bazısı aşkla sadece bir âşık
olabilir en fazla...
Yine yazdığın gibi hep "sesli" başlayıp
"sessiz" biten bir şey mi aşk? Başka türlü olma ihtimali yok mu?
Sesli başladığı doğru, çünkü heves suskun kalamaz.
Sessiz bitmesinin nedeniyse, sessizliğin en kolay çıkarılabilen ses olması. Hiç
çaba harcamadan, kaçarken bir mektup bırakır gibi... "Ben söyleyemedim
utancımdan ama küçük bir not yazdım" demek gibi... Kaleme ve bir parça kağıda
bile sessizlikle ihanet etmek mümkün yani...
Sen "aşk"ı en güzel anlatan adamsın bana
göre. Tekrar tekrar, yeniden ama yeniden bambaşka kelimelerle. Senin "aşk"tan
başka mucizen yok mu Emre?
Teşekkür ederim, umarım bir gün en güzel anlayan adam
da olurum yine "aşk" sayesinde. Anlamaya çalıştığım için kitaplar
dolusu yazdığım şey gerçekten benim tek mucizem. Aşk benim için yaşadığımız
hayatın iyileşme ihtimali. Her hissedilenin daha derin olma sözü... Mucizem,
çünkü peşine düştüğüm ve inandığım daha büyük bir gerçek yok...
Kitabın bir yerinde diyorsun ki "Artık dudaklarımız
birbirine değecekse, sana yolladığım eski bir mektubun zarfını yalayıp tekrar
kapatacaksın, başka şansın kalmadı"... Bu kadar keskin mi olur
sende bitişler? Asla bir ikinci şans olamaz mı? Bittiği zaman sonsuza dek biter
mi sende?
Bir mektup yollandığında, zarf açılıp okunmuşsa bir
kere ve cevap yazılmamışsa, ben daha sonra verilmiş hiçbir cevaba inanmam. İnsanı
heyecanlandıran, ateşleyen hiçbir şey başka bir zamanı kollamaz, bir diğer olasılığı
dinlemez. Aşkın yaşanılan her saniyesi o anlıktır. Değilse eğer, düşünme payı
varsa; son, başlangıçtan daha yakındır... Bu yüzden ikinci şanslara da inanmam,
ilk şansın kıymetini bilme taraftarıyım... Aşkta ilk şans ikinciyi yaratmaz ama
ikinci şans hep üçüncüyü hazırlamaya meyillidir...
Peki sana geri gelmek için elinden gelen herşeyi
yapsa, her türlü taklayı atsa, ne bileyim dünyayı yaksa yıksa da duvara mı
çarpar sende?
Elinden herşey gelen birinin elini hiç bırakmadım
hayatımda. Gözyaşıyla dünyayı karşımda yakıp yıkmış biri için, kendi sözümü
yemeye de kalktım aşk için... Ama aşk öyle sonradan üzerine giyebileceğin bir şey
değil, hamurunda yoksa gerçekten giyeceğin her şey büyük gelir. Bunu da gördüm.
Aşk için en iyisini yapacak, kalbinin sesiyle hareket edecek, onu kaybetmemek
için telaşlanacak kaç kişi kaldıysa, sadece onlara duvarım yok, büyük hürmetim
var...
Senin "aşk"ta
derdin ne?
Her şeyde olduğu gibi vicdan...
"Aşk"ın senle derdi ne peki Emre?
Vicdanımı sevmesi belki, inancımın gücünü bilmesi de
olabilir...
Seni okumak
"aşk"la hayatın neresinde durduğumuzu, "aşk"a ne kadar layık
kaldığımızı gösteren sert bir yüzleşme gibi. Sen öyle adanmışsın ki "aşk"a,
geride kalan bizlere bakıp ağlamak geliyor içimden. Kirlendiğimizi düşünüyorum.
"Aşk"ta yara açanlar, bu kirlilerin arasından mı çıkıyor hep Emre?
Aşkta yara açanlar kirlilerin arasından değil, aksine
masum olanların arasından çıkıyor hep... Çünkü hepimiz kendi katilimizi
masumlardan seçeriz aşkta. Hayal kırklığı, bizim masumlardan bir katil çıkarabilme
potansiyelimize olan kızgınlığımızdır belki de... Ben durduğum yere, aşka
ihanet etmemeye çalışıyorum sadece, teslim olacak kadar güvenebileceğim tek yer
burası...
"Aşk"ta herkes bir gün kendi
ihtilalini yapacaktır, diyorsun. Tam olarak neden söz ediyorsun?
Adaletten bahsediyorum, aşkta adaletten. Tüm adanmışların
kendi haklarını alacaklarına ve takılıp kaldıkları, yenilgi sandıkları
eskilerden, unutarak ve kendilerini daha çok severek galip çıkacaklarına inanıyorum.
Arkalarına bakacaklarına ama geri dönmeyeceklerine, verdikleri sözleri
tutacaklarına ama tutulmamış sözleri bir daha umursamayacaklarına, ayrılıkla ne
kadar yıkılırlarsa aşkla yeniden ayağa kalkacaklarına da inanıyorum...
Bundan sonra da
hep "aşk"ı mı yazacaksın? Senden sürpriz hikâyeler de bekleyelim mi?
Bir roman yazman konusunda ben dahil çevrenin yoğun
bir baskısı var sana. Ne kadar hazır hissediyorsun kendini roman yazmaya?
Roman yazmak başka bir donanım gerektiriyor, başka algı,
başka yoğunluk. Ayrıca uzun cümlelerin ve anlatımların adamı değilim sanırım.
Daha rafine bir yazım tarzım var. Kendimi roman yazmaya hazır ve yakın
hissedeceğim bir zamanım olmadı henüz. Hayranı olduğum yazar Jale Demirdöğen'in
yakında yayınlanacak yeni romanını da okuduktan sonra, bir romana kalkışmamamın
şimdilik doğru bir seçim olduğuna inanıyorum. Güzel romanlar okuyup, onlara
hayranlık duymak güzel şu an...
Yazıyla serüveninde en büyük destekçinin okurların
olduğunu biliyorum. Onlarla çok özel bir bağ var aranızda. Onların senin hayatındaki
yerinden söz eder misin?
Benim için her okuyucum, cümleler aracılığıyla kurmuş
olduğum sihirli bir bağ. Onlarla yazışmak, tanışmak; en büyük meselemizde bu
kadar ortaklıklar bulmak büyük bir şans ve deneyim. Elimden o kadar güzel
tutuyorlar ki, ellerine sıkıca sarılmaktan gurur duyuyorum. Bir dinleyicinin
olmadığı yerde bir anlatıcı en fazla ne kadar değerli olabilir... Hepsine ayrı
ayrı teşekkür borçluyum...
Okurlarınla böylesine derin bir bağın varken, seni
nedense çok fazla ortalarda görmüyoruz. Geride durmak, senin tercihin mi?
Sanırım böylesinden memnunuz, ben de, okuyucularım
da... Birbirimiz için o kadar ön plandayken, başka bir yerde geri durmayı ya da
kalmayı önemsemiyorum hiç...
Okuyucularının genel
profili hakkında sen ne düşünüyorsun?
Aşkı hayatlarının önemli bir parçası haline getirmek
için çabalamış, yaralanmış ama kendi yaralarından ve onlardan bahsetmekten hiç
utanmamış aksine gurur duymuş bir topluluğuz sanırım... Geçmişte bırakıldığımıza
itirazımız var belki ama geçmişe dönmeye tenezzülümüz de yok... Okuyucularım
deyince, onları kendimden ayırmıyorum bu meselede. Bir "biz" olma
durumu söz konusu...
Yara açan da,
yaralanan da seni okuyor. Herkesin yolu yazılarında ya da bir cümlende mutlaka
bir kez daha kesişiyor. Sen bu karşılaşmaları nasıl karşılıyorsun peki?
Ben taraf tutmaya inanıyorum. Aşkta yara açanla,
yaralananı hiçbir zaman aynı kefeye koymam. Biri bunu hayatın en vicdansız köşesinden
ya da en anlamsız yerinden yapabilir ancak. Ağlatana, ağlayanla aynı cümlelerde
üzülme lüksü tanımıyorum. Beni okuyanlar için de farklı bir şey söylemem.
Birini üzen, zamanı gelince başka biri tarafından üzülüyorsa, kendi adaleti
için sevinsin, karşı tarafa geçmeye kalkışmasın bence. Herkes kendine layık
bularak kendi eliyle yarattığı köşeyi sevsin, ve bir başkası tarafından
kucaklanmayacağı tarafı heves etmesin...
Her önüne
gelenin kitap yazdığı ve bu kitapların dünyanın en kıymetli şeyleriymiş gibi
pazarlandığı bir devirde, sen daha önde olmayı hak etmiyor musun sence? Neden
bu kadar sessiz kalıyorsun? Sen de bu pazarlama tekniklerinin hepsini
kullanabilirsin aslında...
Ben edebiyatın bir pazarlama değil paylaşma alanı olduğunu
düşünüyorum. Buna kalpten inanıyorum. Yazar ve okur arasında bire bir duygu
paylaşımıdır kitaplar. Daha önde olmak fikri bir yazarın kalbinde yazdıklarından
daha önde olduğunda, her şey büyüsünü ve sahiciliğini yitiriyor diye düşünüyorum.
Ben burada ve arkada kendi sevenlerimle mutluyum gerçekten...
Edebiyat dünyası ne
durumda, şimdi için ve gelecek için fikirlerin ve beklentilerin neler?
Genç ve yeni yazarlar için kaygan ve zor bir zemin hazırladılar
elbirliğiyle... Bahsettiğim büyük yayınevleri, tanınmış yazarlar ve edebiyat
dünyasının köşelerini tutmuş insanlar. Herkes kendi sevdikleriyle, eski dostlarıyla
ya da kazanç getirenle ilgileniyor. Diğerlerine şans tanımak gibi bir düşünceleri
ve hisleri yok. Ancak iyi yazan hiç kimseyi engelleyemeyeceklerine de kalpten
inanıyorum. Geçmişte engellenemediği gibi gelecekte de engelleyemeyecekler...
Edebiyatı bir hırs platformu bir şan şöhret arenası gibi gören kimseyi ciddiye
almıyorum. Eskiden sevilen yazarlar vardı, şimdi sadece sevilen kitaplar var.
Kendi mutsuzluklarını da kendileri yarattılar yani...
Son sorum: Sana bu kitapları yazdıranlara dönüp bir şey söylemek ister misin?
İyi ki varlardı ve iyi ki yoklar!...
KENDİ CÜMLELERİYLE KİTAPLARI:
HER AŞK BİRAZ KENDİNİN KATİLİDİR:
Her ses yankısıyla büyür ve her söz kendi gerçeğiyle çıplaktır...
ALÇI:
Her kırık bir
alçıyla düzelirken, alçı hangi kırıkla üzülür...
SESSİZ DÜET SİLAHSIZ DÜELLO:
Aşkta davet ettiğiniz yere kimse gelmiyorsa, davet edilmediğiniz yere
son sözü söylemek için kendi sözcüklerinizle siz gidin...
KİR:
Suya güvenmek
ve bir yağmura inanmaktır kurtuluş, kalbinizi yakan alev bir türlü
söndürülemiyorsa...
YARIM:
Yarım bırakanların elinde, yarım bıraktıklarından fazlası yok. Artık kendileri
için de üzülebilirler...
Suat Kavukluoğlu / Ağustos 2010
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder