27 Haziran 2013 Perşembe

Suat Kavukluoğlu - Emre Kalcı Röportajı


'BENDEN UZAĞA ATTIĞIN BU ADIMI İŞARETLE, 
BİR GÜN YENİDEN SEVİLMEK İSTEDİĞİNDE, YENİDEN BAŞLAMAK İÇİN DÖNECEĞİN YER BURASI'




“Yazı o kadar güçlü ki, en silinebilir olan kaleme bile kurşun demişler...Sana yazdıklarımı silerken dikkatli ol, yaşarken ve yazarken beni ıskaladılar ama silerken seni öldürebilirler.”
 Beş kitabı bulunan yazar Emre Kalcı'yı tanımak isteyenler için 
özel bir Pazar söyleşisi...


Sizi yeni bir yazarla, Emre Kalcı'yla tanıştırmak istiyorum. Ama bu röportajın sunumunu klasik bir dille yapmayacağım. Şimdi istesem buraya alt alta bir sürü şey sıralayabilirdim. Emre için, hepimizin her gün binlerce basın bülteninden okuduğu gibi bir sürü havalı cümleyi bir araya getirebilirdim. Ama böyle yapmayacağım. Çünkü o; bu şekilde tanışmayı istemiyor sizle. Böyle bir yol tercih etse, çoktan kendisine bir basın danışmanı tutar, ne gerekiyorsa yapar, öyle ya da böyle (ama kesinlikle daha kısa sürede) bugün çok "tanınır" bir konumda olabilirdi. O kendini pazarlamak değil, yalnızca kelimelerini paylaşmak istiyor. Ben de onunla gerçekten tanışmak istiyorsanız tanışın istiyorum. O yüzden önce onun kitaplarından bazı bölümler alıntılayarak başlıyorum. İsterseniz önce onları bir okuyun. Eğer bu cümleler, kalbinizde, ruhunuzda bir yerlere dokunursa, size bir şeyler hatırlatırsa, derdinden, halinden anlarsanız ve onunla gerçekten tanışmak isterseniz, işte o zaman röportaj bölümüne geçebilirsiniz. Ama bu kelimeler gönlünüzde herhangi bir yaprak kıpırdatmazsa, o zaman bu pencereyi kapatır, geçer gidersiniz. Böylece hiç zaman da kaybetmemiş olursunuz...

Emre Kalcı'nın Kitaplarından....

“Aşk aynı yazıldığı gibi; sesli başlıyor, sessiz bitiyor..”. (Alçı, 9)
“Birilerini tanıdım; aşk yok deyip sevgilisini satan, hayat yok deyip aşkını satan, satacak bir şey kalmadı deyip ruhunu satan...Üzerine naylon geçirip eskimemeye çalışan ama dokunduğu herkesin derisini kaldırıp bakan..İçi taşlaşan, hayatın en sığ yerleriyle devamlı paslaşan...Hayat belki de sadece onlara değmeden geçebilmek ve belki de o yüzden kimsenin hayatı yok...” (Alçı, 25)
“Her gece yatmadan önce, yatağıma bende kalan saç tellerini yerleştiriyorum... Son uyanışından, son gidişinden, ilk özlenişinden kalan... Sabah uyandığımda ilk onları görmek hayatta bırakıyor beni, ilk onları görmek hayattan soğutuyor...” (alçı, 30)
“Yaptığım en doğru şey, en büyük yanlışımdı benim; yanlış insanları hep doğru aşkla sevdim...” (Alçı, 91)
“Sessizliği bir silah gibi kullanabilen herkes sevgilisinin alnına dayıyor tüm noktalama işaretlerini...Soru işaretinde zaman kazanıyor aşıklar, virgülde umutları devam ediyor, ünlemde korkuyor, noktada yeni bir başlangıç düşlüyorlar hatta...Her sevgili en çok alnında üç noktayla ölüyor...” (Kir, 17)
“Yazı o kadar güçlü ki, en silinebilir olan kaleme bile kurşun demişler...Sana yazdıklarımı silerken dikkatli ol, yaşarken ve yazarken beni ıskaladılar ama silerken seni öldürebilirler.” (Kir, 38)
“Benden uzağa attığın bu ilk adımı işaretle; bir gün yeniden sevilmek istediğinde, yeniden başlamak için döneceğin yer burası...” (Yarım, 9)
"Hayatta güçlü kalmak için her şey olabilen insanlar var... Bir veda için terk eden, bir suç için can atan, bir aşk için çark eden, bir hiç için kalp kıran...Ve hep birkaç aptal var aramızda, o insanlara aşık olan...” (Yarım, 45)
“Artık dudaklarımız birbirine değecekse, sana yolladığım eski bir mektubun zarfını yalayıp tekrar kapatacaksın, başka şansın kalmadı...” (Yarım, 61)
“Bizim oralarda biri öldüğünde, öldü demezler, "sakladık" derler...Ben de öyle yaptım, seni kalbime sakladım...” (Yarım, 80)

DEVAM ETMEK İSTEYENLER İÇİN: EMRE KALCI'YLA TANIŞMA

İlk ne zaman kendini bir kağıtla kalemin orta yerinde buldun Emre?


Tek gücümün parmaklarımın ucunda olduğunu hissettiğim gündü. Hayatımda bir daha başka bir şeye geri dönmeyeceğim kadar da kesin bir akşamdı...


Yazmak, hep bir mecburiyetten doğar bence. Başka şansı yoktur yazanın. Ona başka iyi gelen bir şey bulamaz. Sende de böyle mi başladı yazmak?

Haklısın başka şansım yoktu. Başka türlü, hayata daha büyük bir ses çıkaramayacağıma inandım. Kalbim bütün sesleri bastırıp kendi ihtilalimi ancak en çok yaralandığım yerden yapabileceğimi söyledi. Sadece kalbinin sesini dinleyen biri olarak başka şansım gerçekten yoktu...

Ben seni tanıdığımda henüz ilk kitabın "Her Aşk Biraz Kendinin Katilidir" yayınlanmıştı. İlk kitabın başka bir hatırası olmalı, ilk aşk, ilk öpüşme gibi. Senin için nasıl bir dönemdi o?

Uzun yıllar önceydi, yazdıklarımı paylaşmam gerekli mi, değil mi sorusuna cevap olacaktı o kitap ve heyecanlıydım. İlk kitabımın çıkışı ertesinde önce bir sessizlik oldu. Bir zaman sonra kitapla bağ kuran ve "gerçekliğinden" etkilenen okuyucuların sesleriyle, mektuplarıyla birden değişiverdi o sessizlik...Birilerine ilk dokunduğum, kelimeler aracılığıyla edebi ilişkiler ve dostluklar kurduğum bir dönemdi. Ama ilk aşk ve ilk öpüşme dersen, o ikinci kitabım "Alçı"dır benim için...

Yazmaya başlamak, bir yandan da gizli bir esaret sözleşmesi imzalamak demek sonsuza dek. Kağıttan, kalemden bir daha yakayı paçayı kurtarmak çok zor gibi geliyor bana. Senin için de böyle mi bu?

Dilerim bu tutsaklık hiç bitmez, hayatta özgür kalmak istemeyeceğim tek şey yazmanın esareti... Daha büyük bir güç ve daha cesur bir tavır tanımıyorum çünkü...

Keşke ben hep güzel aşklar yaşasaydım, hayatta bu kadar incinmeseydim, yaralanmasaydım da bütün bu kitaplar çıkmamış olsaydı, evimde, bahçemde çay demleyip denizin ve aşkın tadını çıkarsaydım dediğin zamanlar oluyor mu? Sonsuz mutlu olmaya "yazı"yı değişir misin başka bir deyişle?

Yazıyı sadece sonsuz mutlu olmaya değil, sonsuzluğa bile değişmem. Ne yaşadığım, ne de yazdığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Yazdıklarım aşkın bende kalan izleri, bana ait, benim sakladığım gerçekler... Zaten hep güzel aşklar yaşadım, güzel olmasalar ayrılıklar da bu kadar yaralayıcı olmazdı sanırım. Uğruna şiirler, kitaplar yazdığım biri bugün hayatına hiç yaralanmamış gibi devam ediyor olabilir. Sadece yazılanları değil, hiç yazılmamışları da unutmuş olabilir hatta... Ama ben en çok kendine yalan söyleyen insanlardan korkuyorum... Kendi masalına küsenlerden, iyileşmiş gibi yapanlardan... Masallarımdaki kahramanlarla bir daha bir yerlerde hiç karşılaşmadım. Dünya küçük bir yer belki ama aşkın hafızası da adaletli diyorum...



Kitaplarına, kelimelerine ve bizzat yakinen sende tanık olduklarıma baktığımda, bu çocuğun böyle bir dünyada işi çok zor diye düşünüyorum. Her şeyin bu kadar hızlı tüketildiği, kimsenin hiçbir şey için geri dönüp bakmadığı, kalplerinin aşk tutmadığı, kirlendiği bir dünyaya bu kadar nezaketli, zarif ve ince yaklaşmak, daha çok yormuyor mu seni? Zorlanıyor musun devam ederken?


Aşka dokunan birinin ellerinin maharetli olması gerektiğine inanıyorum ben... Kalbinin kırılgan, teninin çekingen, inceliğinin doğurgan olması gerektiğine de... Başka türlü kurulan ilişkileri ve yakınlıkları inandırıcı bulmuyorum. Zorlayıcı ve yorucu olduğu doğru, belki de kimileri sırf bu yüzden kolay tarafıyla ilgileniyor aşkın... Ama aşkın kimseyi fedakarlık yapmadan mutlu etme sözü yok... Ben kendime hep aşkı yakıştırdım, aşka doğru insanları yakıştıramamış olabilirim en fazla...


SON KİTABI "YARIM"LA İLGİLİ:


Son kitabın "Yarım" bütün "yarım" kalmış aşklara hüzünlü bir saygı duruşu gibi. Aşk yarım kalınca, çok daha derin izler bırakıyor değil mi?


Bir aşk yarım kalınca en çok "yaşanmamış olasılıklar" incitiyor insanı. Denenmemişler, vakit bulunamamışlar, akla gelmemişler, söylenmeyip dudakta kalmışlar... Unutmak böyle durumlarda daha zor. Çözülmemiş bir problemin çözülmediği için hep kafa kurcalaması gibi. Mutlaka ara sıra aklınıza gelip kendini size hatırlatacak bir hatıra oluyor aşk yarım kalırsa. Bir şarkıyla, bir cümleyle ortaya çıkmaya ve aynı soruları yeniden sordurmaya hep hazır...


"Yarım" kalan bir aşkın tamiri var mı? 


Yarım kalan bir aşkın tamiri yok, hep bir zalimi var...


Senin "yarım" kalmış hikâyelerin var mı aşkta?


İki yarım kalmış hikâyem var ve ikisi bir bütün bile etmiyor düşündüğümde... Bazı anılarla karşı karşıya geldiğinde, ne boğmak ne kucaklamak, ikisi için de boynuna sarılamazsın ya, işte öyle...


Bir aşk neden yarım kalır sence? Senin yaşadıkların neden yarım kalmıştı? 

Bir aşkı tamamlamaya gücü olmayıp, bir ayrılığı taşımaya gücü olan herkesin ortak yalanıdır sırtını dönüp gitmek. Benimkisi de kimseden farklı değil, kalbini emanet ettiğin birinin iki kalple daha mutlu olduğunu hissedip sonra kendi kalbiyle bile mutlu olamadığını anlaması arasında geçen zaman "yarım kalmış aşk"...

Senin aşk tarihinde "aşk"ı beceremeyen, bir hikâyeyi sürdüremeyen hep karşı taraf mı oldu?

Aşkı "beceren" hep karşı taraf oldu, ben de bir hikâyeyi bu kadar değersiz sürdüremeyen taraf...



Peki ya "aşk"ı öğrenmek, güzel âşık olmak, hep güzel bir sevgili olmak diye bir şey var mı? Yoksa "aşk" hiç belli olmaz mı? Yani bir ilişkide dünyanın en iyi sevgilisiyken, bir sonrakinde en kötüsü olabilir mi insan?


Hep güzel bir sevgili olmak mümkün olmayabilir ama "güzel bir âşık" olmanın pek değişebilir olduğunu düşünmüyorum. Güzel âşık olursanız, yaşadığınız aşk da güzelleşir kendiliğinden. Karşı tarafın aşkla hayatını ne kadar doldurabildiğiyle, adanmışlığıyla ilgili bir şey bu bence. Bazısı aşkla güzelleşir, bazısı aşkla doyar, bazısı aşkla sadece bir âşık olabilir en fazla...


Yine yazdığın gibi hep "sesli" başlayıp "sessiz" biten bir şey mi aşk? Başka türlü olma ihtimali yok mu?

Sesli başladığı doğru, çünkü heves suskun kalamaz. Sessiz bitmesinin nedeniyse, sessizliğin en kolay çıkarılabilen ses olması. Hiç çaba harcamadan, kaçarken bir mektup bırakır gibi... "Ben söyleyemedim utancımdan ama küçük bir not yazdım" demek gibi... Kaleme ve bir parça kağıda bile sessizlikle ihanet etmek mümkün yani...

Sen "aşk"ı en güzel anlatan adamsın bana göre. Tekrar tekrar, yeniden ama yeniden bambaşka kelimelerle. Senin "aşk"tan başka mucizen yok mu Emre?

Teşekkür ederim, umarım bir gün en güzel anlayan adam da olurum yine "aşk" sayesinde. Anlamaya çalıştığım için kitaplar dolusu yazdığım şey gerçekten benim tek mucizem. Aşk benim için yaşadığımız hayatın iyileşme ihtimali. Her hissedilenin daha derin olma sözü... Mucizem, çünkü peşine düştüğüm ve inandığım daha büyük bir gerçek yok...

Kitabın bir yerinde diyorsun ki "Artık dudaklarımız birbirine değecekse, sana yolladığım eski bir mektubun zarfını yalayıp tekrar kapatacaksın, başka şansın kalmadı"... Bu kadar keskin mi olur sende bitişler? Asla bir ikinci şans olamaz mı? Bittiği zaman sonsuza dek biter mi sende? 

Bir mektup yollandığında, zarf açılıp okunmuşsa bir kere ve cevap yazılmamışsa, ben daha sonra verilmiş hiçbir cevaba inanmam. İnsanı heyecanlandıran, ateşleyen hiçbir şey başka bir zamanı kollamaz, bir diğer olasılığı dinlemez. Aşkın yaşanılan her saniyesi o anlıktır. Değilse eğer, düşünme payı varsa; son, başlangıçtan daha yakındır... Bu yüzden ikinci şanslara da inanmam, ilk şansın kıymetini bilme taraftarıyım... Aşkta ilk şans ikinciyi yaratmaz ama ikinci şans hep üçüncüyü hazırlamaya meyillidir...

Peki sana geri gelmek için elinden gelen herşeyi yapsa, her türlü taklayı atsa, ne bileyim dünyayı yaksa yıksa da duvara mı çarpar sende?

Elinden herşey gelen birinin elini hiç bırakmadım hayatımda. Gözyaşıyla dünyayı karşımda yakıp yıkmış biri için, kendi sözümü yemeye de kalktım aşk için... Ama aşk öyle sonradan üzerine giyebileceğin bir şey değil, hamurunda yoksa gerçekten giyeceğin her şey büyük gelir. Bunu da gördüm. Aşk için en iyisini yapacak, kalbinin sesiyle hareket edecek, onu kaybetmemek için telaşlanacak kaç kişi kaldıysa, sadece onlara duvarım yok, büyük hürmetim var...


Senin "aşk"ta derdin ne?

Her şeyde olduğu gibi vicdan...


"Aşk"ın senle derdi ne peki Emre?

Vicdanımı sevmesi belki, inancımın gücünü bilmesi de olabilir...


Seni okumak "aşk"la hayatın neresinde durduğumuzu, "aşk"a ne kadar layık kaldığımızı gösteren sert bir yüzleşme gibi. Sen öyle adanmışsın ki "aşk"a, geride kalan bizlere bakıp ağlamak geliyor içimden. Kirlendiğimizi düşünüyorum. "Aşk"ta yara açanlar, bu kirlilerin arasından mı çıkıyor hep Emre?

Aşkta yara açanlar kirlilerin arasından değil, aksine masum olanların arasından çıkıyor hep... Çünkü hepimiz kendi katilimizi masumlardan seçeriz aşkta. Hayal kırklığı, bizim masumlardan bir katil çıkarabilme potansiyelimize olan kızgınlığımızdır belki de... Ben durduğum yere, aşka ihanet etmemeye çalışıyorum sadece, teslim olacak kadar güvenebileceğim tek yer burası...


"Aşk"ta herkes bir gün kendi ihtilalini yapacaktır, diyorsun. Tam olarak neden söz ediyorsun?

Adaletten bahsediyorum, aşkta adaletten. Tüm adanmışların kendi haklarını alacaklarına ve takılıp kaldıkları, yenilgi sandıkları eskilerden, unutarak ve kendilerini daha çok severek galip çıkacaklarına inanıyorum. Arkalarına bakacaklarına ama geri dönmeyeceklerine, verdikleri sözleri tutacaklarına ama tutulmamış sözleri bir daha umursamayacaklarına, ayrılıkla ne kadar yıkılırlarsa aşkla yeniden ayağa kalkacaklarına da inanıyorum...


Bundan sonra da hep "aşk"ı mı yazacaksın? Senden sürpriz hikâyeler de bekleyelim mi?

Önceki kitaplarımdan ikisi, "Kir" ve "Alçı" üçlemenin iki kitabıydı, üçüncüsünü yazacağım mutlaka. Ama yeni yazdığım kitap için yine "aşk" yazıyorum diyemem...


Bir roman yazman konusunda ben dahil çevrenin yoğun bir baskısı var sana. Ne kadar hazır hissediyorsun kendini roman yazmaya?


Roman yazmak başka bir donanım gerektiriyor, başka algı, başka yoğunluk. Ayrıca uzun cümlelerin ve anlatımların adamı değilim sanırım. Daha rafine bir yazım tarzım var. Kendimi roman yazmaya hazır ve yakın hissedeceğim bir zamanım olmadı henüz. Hayranı olduğum yazar Jale Demirdöğen'in yakında yayınlanacak yeni romanını da okuduktan sonra, bir romana kalkışmamamın şimdilik doğru bir seçim olduğuna inanıyorum. Güzel romanlar okuyup, onlara hayranlık duymak güzel şu an...

Yazıyla serüveninde en büyük destekçinin okurların olduğunu biliyorum. Onlarla çok özel bir bağ var aranızda. Onların senin hayatındaki yerinden söz eder misin?

Benim için her okuyucum, cümleler aracılığıyla kurmuş olduğum sihirli bir bağ. Onlarla yazışmak, tanışmak; en büyük meselemizde bu kadar ortaklıklar bulmak büyük bir şans ve deneyim. Elimden o kadar güzel tutuyorlar ki, ellerine sıkıca sarılmaktan gurur duyuyorum. Bir dinleyicinin olmadığı yerde bir anlatıcı en fazla ne kadar değerli olabilir... Hepsine ayrı ayrı teşekkür borçluyum...

Okurlarınla böylesine derin bir bağın varken, seni nedense çok fazla ortalarda görmüyoruz. Geride durmak, senin tercihin mi?

Sanırım böylesinden memnunuz, ben de, okuyucularım da... Birbirimiz için o kadar ön plandayken, başka bir yerde geri durmayı ya da kalmayı önemsemiyorum hiç...


Okuyucularının genel profili hakkında sen ne düşünüyorsun? 

Aşkı hayatlarının önemli bir parçası haline getirmek için çabalamış, yaralanmış ama kendi yaralarından ve onlardan bahsetmekten hiç utanmamış aksine gurur duymuş bir topluluğuz sanırım... Geçmişte bırakıldığımıza itirazımız var belki ama geçmişe dönmeye tenezzülümüz de yok... Okuyucularım deyince, onları kendimden ayırmıyorum bu meselede. Bir "biz" olma durumu söz konusu...

Yara açan da, yaralanan da seni okuyor. Herkesin yolu yazılarında ya da bir cümlende mutlaka bir kez daha kesişiyor. Sen bu karşılaşmaları nasıl karşılıyorsun peki?

Ben taraf tutmaya inanıyorum. Aşkta yara açanla, yaralananı hiçbir zaman aynı kefeye koymam. Biri bunu hayatın en vicdansız köşesinden ya da en anlamsız yerinden yapabilir ancak. Ağlatana, ağlayanla aynı cümlelerde üzülme lüksü tanımıyorum. Beni okuyanlar için de farklı bir şey söylemem. Birini üzen, zamanı gelince başka biri tarafından üzülüyorsa, kendi adaleti için sevinsin, karşı tarafa geçmeye kalkışmasın bence. Herkes kendine layık bularak kendi eliyle yarattığı köşeyi sevsin, ve bir başkası tarafından kucaklanmayacağı tarafı heves etmesin...

Her önüne gelenin kitap yazdığı ve bu kitapların dünyanın en kıymetli şeyleriymiş gibi pazarlandığı bir devirde, sen daha önde olmayı hak etmiyor musun sence? Neden bu kadar sessiz kalıyorsun? Sen de bu pazarlama tekniklerinin hepsini kullanabilirsin aslında...

Ben edebiyatın bir pazarlama değil paylaşma alanı olduğunu düşünüyorum. Buna kalpten inanıyorum. Yazar ve okur arasında bire bir duygu paylaşımıdır kitaplar. Daha önde olmak fikri bir yazarın kalbinde yazdıklarından daha önde olduğunda, her şey büyüsünü ve sahiciliğini yitiriyor diye düşünüyorum. Ben burada ve arkada kendi sevenlerimle mutluyum gerçekten...


Edebiyat dünyası ne durumda, şimdi için ve gelecek için fikirlerin ve beklentilerin neler?

Genç ve yeni yazarlar için kaygan ve zor bir zemin hazırladılar elbirliğiyle... Bahsettiğim büyük yayınevleri, tanınmış yazarlar ve edebiyat dünyasının köşelerini tutmuş insanlar. Herkes kendi sevdikleriyle, eski dostlarıyla ya da kazanç getirenle ilgileniyor. Diğerlerine şans tanımak gibi bir düşünceleri ve hisleri yok. Ancak iyi yazan hiç kimseyi engelleyemeyeceklerine de kalpten inanıyorum. Geçmişte engellenemediği gibi gelecekte de engelleyemeyecekler... Edebiyatı bir hırs platformu bir şan şöhret arenası gibi gören kimseyi ciddiye almıyorum. Eskiden sevilen yazarlar vardı, şimdi sadece sevilen kitaplar var. Kendi mutsuzluklarını da kendileri yarattılar yani...

Son sorum: Sana bu kitapları yazdıranlara dönüp bir şey söylemek ister misin?

İyi ki varlardı ve iyi ki yoklar!...




KENDİ CÜMLELERİYLE KİTAPLARI:


HER AŞK BİRAZ KENDİNİN KATİLİDİR:

Her ses yankısıyla büyür ve her söz kendi gerçeğiyle çıplaktır...

ALÇI: 
Her kırık bir alçıyla düzelirken, alçı hangi kırıkla üzülür...

SESSİZ DÜET SİLAHSIZ DÜELLO: 
Aşkta davet ettiğiniz yere kimse gelmiyorsa, davet edilmediğiniz yere son sözü söylemek için kendi sözcüklerinizle siz gidin...

KİR: 
Suya güvenmek ve bir yağmura inanmaktır kurtuluş, kalbinizi yakan alev bir türlü söndürülemiyorsa...

YARIM: 

Yarım bırakanların elinde, yarım bıraktıklarından fazlası yok. Artık kendileri için de üzülebilirler...




Suat Kavukluoğlu / Ağustos 2010

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder