Gökyüzünde asılı
kalmış, kabul görmüş ya da kabul edilmemiş bütün sesler, tüm dualar; birinin
aşktan zaferle çıkmasını bekliyordur belki...
Bütün aşk
hikâyeleri "belki" ile başlıyor artık..."Belki
sürer","belki son bulmaz da son olur", belki aradığım
budur", "belki bu kez..." En saf halimizle tutunduğumuz aşk,
bizi daha akıllı yapmadığı sürece, onunla sandığımızdan da fazla hikâyeye
yakışıyoruz... Biri çıkıyor, gördüğü en güzel şey olduğumuzu söylüyor, daha
güzelini aramıyoruz; en değerlisi biziz kimine göre, duyduğumuzda
kanatlarımızın olduğuna inanmaya
başlıyoruz; ve kimine göre bir başkasının var olması bizim onunla olmamıza
bağlı, gerçekten buna bile kolayca kanabiliyoruz... Aşk insanın kaderini
çiziyor, biz de kendi kaderimizi ancak aşkla sevebiliyoruz...
Aslında ne kadar
fedakârlık yapabildiğimizle ölçülüyor aşk… “Onun için en fazla ne
yapabilirsin?”
Verdiklerimizin,
karşılık beklemeden sadece bağışladıklarımız olduğunun altını çizmemizi istiyor
hayat inatla… Göze aldığımız şeylerin, tenimizden ve elimizden geldiğince
sınırlarımızı ne kadar genişletebileceğini merak ediyor hâttâ… Ne kadar uzağa
gidebilirsin, kimlerden vazgeçebilirsin, hangi en küçük kelimeyle geri
dönebilirsin, hiç gelmeyeceğini bildiğin bir ânı en fazla ne kadar
bekleyebilirsin, birini benliğinin kaçta kaçı kadar sevebilirsin?
Aşkta bir
aptalsın bazen, kalbin yüzünden aptal olmaya ve öyle kalmaya ne kadar
dayanabilirsin?
"tanrı
herkese bir yetenek verir."
"ya senin
yeteneğin ne Bess?"
"inanabilirim."
İnançla her şeyin
şüphesiz masumlaştığı başka bir yer olmadığından, aşk onunla büyük mucizler
yaratabilir… Gerçekten bir yetenektir inanmak, çünkü inanmak gerçeğin
kesinliğinden değil, gerçek olması düşlenenlerden beslenir… Yine yalnızca aşkta
inandıklarınıza dokunabilirsiniz, o hissi birinin ellerinden bile
okuyabilirsiniz; omuzları düşen birinin çaresizliğine, yaklaştığında dudakları
titreyen birinin içtenliğine, uyurken nefesinizi dinleyen birinin gülümsemesine
ancak inanarak güvenebilirsiniz… Unutmayın herkesin iyi olduğu bir konu vardır.
Aşksa eğer, “ben hep aptaldım, ama bunda çok iyiydim” diyebildiğiniz
gün, vicdanlı bir dünyanın kutsamasıyla omuzlarınızı dikip, gerçekten
gururlanabilirsiniz…
Dalgalar
çıkabilir sakin denizde... Dibi görünmez olur saydam suların... Balıklar karaya
vurur, nefessiz yosunlar çekilir kumların üzerine, kara görünmez en zor
anlarda... “Peki, şimdi ne yapacaksın?”
O zaman bile
duyduğu seslere aldırış etmez sevebilen bir kalp; kırık da olsa savaşmaması
gerektiğini, hisleriyle başbaşa kalıp kendisini iyileştirebileceğini ve her ne
olursa olsun inanmaya devam ederse eski bir ateşin küllerinden yeniden
doğabileceğini bilir.
Gözümüzdeki
dalgalar, denizdekilerden daha zor olsa da, zamanla daha kıymetli aşılabilir…
Tek başına kalana
uzun cümleler kurulur bir süre sonra; onu her kelimeyle geçmişe yollarlar, onun
öfkeyle geri dönmesini beklerler, ona unuttuklarını hatırlatmak için
elbirliğiyle çalışırlar… "Peki kim öldürdü seni?
"Tanrı’nın
el sürmediği, kural koymadığı tek bahçe olan aşkın, konmamış kurallarıyla
yargılar ve günahın olmadığı yerden bir günahkâr çıkarmaya uğraşırlar… Aşkta
büyük bir hikâyesi olanlardan, tek cümlelik özet isterler hevesle. Durup uzak
bir mesafeden yüzlerine bakarsın, her biri aşkın kutsal kitabını yazmıştır
sorsan… Kendini savunmak için yalan aramamalı aslında kimse, hem “iyi olmanın
kederinden” de ölemez mi bir insan?
Kimin kimi
bağışlaması gerektiğini zaman öğretir herkese… Sizi ilk taşlayanlar, ilk
aklayanlar olabilir… İlk tartışanlar da ilk alkışlayanlar… İlk omzunda
ağladıklarınızdır bazen omuzlarını ilk söküp atanlar...
Olsun,
bağışlayalım;
gökyüzünde o çanlar bizim için çalmaya devam ettikçe, yaptıklarına devam edebilir vicdanını unutmuş tüm can yakanlar…
gökyüzünde o çanlar bizim için çalmaya devam ettikçe, yaptıklarına devam edebilir vicdanını unutmuş tüm can yakanlar…
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder